VİRÜS SAVAŞI

 

Virüsün yapısı, bulaşma yolları, alınacak önlemler, kaynağı, tedavisi, aşısı… Bütün bu başlıklar bilim insanlarının işi.

El temizliği kadar önemli, bilgi kirlenmesinden korunmak. Bu kirliliğe katkı koymak niyetinde değilim.

“Zaten derin krizle boğuşan kapitalizmi virüs geldi kalbinden vurdu” diyenler var.

“Bu virüsü bunlar icat ettiler, sonucunu göreceğiz, dünya nüfusunu azaltmak amaçları, baksanıza kansızlar özel sığınaklarına kaçtılar” diyenler var.

“Yine olan yoksul halka olacak, yalnız bizde değil dünyanın her yerinde kırıp geçirecek insanlığı” diyenler var.

“Yenidünya düzeni canavarlığı” diyenler var.

“İklim değişikliğini dilerim şimdi dikkate alırlar” diyenler var.

“Bu üretilmiş bir virüs bilerek aşısı bulunmuyor, yaygınlaşsın ölen ölsün isteniyor, savaştan bin beter” diyenler var.

Yine de bir an için kapitalizmin ne kadar aşağılık bir sistem olduğunu unutmamak gerekiyor. Güvenlik kaygısı, salgın korkusu derken, toplumu kontrol edip yönetmek için mükemmel bir yol bulmuş oluyorlar. Bastırılmaya, sinmeye gönüllü bir toplum. En basit örnek; son salgın gündeme gelinceye kadar Fransa ve Yunanistan başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde işçi sınıfı sokaktaydı, siyasi iktidarları sarsıyordu.

Sarsıyordu çünkü kapitalizmin insanlığa verebilecek hiçbir şeyi kalmadı. İnandırıcılığı yok. Bu nedenle insanlığın en ilkel güdülerine hitap ederek, onu daha azına ikna etmek için her fırsatı kullanmaya çalışıyor. Terör eylemleri, salgın hastalıklar, belki yarın bir göktaşının yaratacağı tehdit…

İnsanların her tür hareketinin, kimlerle temas ettiğinin kayıt altına alınmaya başladığının farkında mısınız? Bir yandan evet, bu halk sağlığı ile ilgili, meşru bir önlem gibi gözüküyor. Öte yandan bunun bir kurala dönüştüğünü, iktidarların elinde muazzam bir denetim deneyimi anlamına geldiğini görmeliyiz.

Ne yazık ki ellerinde büyük olanaklar var. İnsanlık her zaman salgınlarla karşılaştı. Korona da bunlardan biri. Ancak, bu salgınları avantaja çevirmeyi öğrendikçe bunları yapay olarak insanlığın başına bela edecek kadar acımasız bir düşman var karşımızda.

Evet mümkündür: Başı sıkıştığında savaşa yönelen bir sistemin salgın hastalıkları da toplumu bastırmak için kullanması.
Galiba savaşların dışında insanlık tarihinde bir ilk yaşanıyor, ülkeler tüm dış dünyaya kapılarını kapatıyor, yetmiyor okullar, işyerleri, ibadethaneler ve tabi hepsinden önce tiyatrolar, opera, bale, senfoni salonları, galeriler ve müzeler kapatılıyor.

Görüldüğü kadarıyla dünyanın yarısında hayat durdu.

2015’te başta Fransa olmak üzere bir dizi Avrupa ülkesinde yaşanan terör saldırılarını hatırlayın… “Devletlerin bu saldırılara göz yumduğu” iddialarına ister inanın ister saçmalık deyin. İşin o kısmında değilim. Bilmiyoruz. Ancak sonuç ortada. Paris başta olmak üzere birçok büyük kentte toplumsal yaşam tamamen kontrol altına alındı, toplantı ve gösteri yürüyüşleri kısıtlandı, grev hakkı daraltıldı.

En önemlisi, Avrupa’nın gelişmiş bölgelerinde toplumun güvenlik kaygısının özgürlük arayışına üstün geldiği test edildi. İnsanların çaresizleştiğinde içe kapanacağı bir kez daha görüldü.

Güvenlik kameralarının sayısında patlama yaşandı, şehir merkezlerinde askerler devriye atar oldu ve en önemlisi devletlerin kayıt-kontrol mekanizmaları mükemmelleştirildi. Irkçılığın, yabancı düşmanlığının tırmanmasını saymıyorum. Güvenlik manyağı yapılan insanların her tür ideolojik sapkınlığa açık hale geleceği ortada.
Afrika ve Latin Amerika’nın bir bölümünden ses yok ama o da yakındır.

Yazının başındaki kapitalizmin derin bir krizde olduğu ve bu virüsle birlikte bu krizin daha da derinleşeceği saptamasına katılıyorum.

Uluslararası ticaret durup, borsa denen hokkabaz düzeni çökünce, fabrikalarda üretimler durunca kan emiciler avuçlarını ovuşturmaya başlamışlardır.

Görüldüğü üzere adım adım bir küresel karantinaya doğru evriliyoruz. İnsanlar birbiriyle temas etmesin, evinde otursun, kalabalık etkinliklerden uzak durulsun, hatta bunlar yasaklansın. En tehlikelisi, bütün bu adımların gerçekçi olması! Herkes kabulleniyor ve belki bu aşamada bilimsel olarak isabetli bütün bu önlemler.

Virüsün ortaya çıkardığı bazı gerçeklerin en başında duranı ise, kapitalizmin insan hayatlarına hiçbir önem vermediği gerçeğidir.

Öte yandan…

Son salgınla birlikte ortaya çıkan “toplumsal iklim” ile ilgili bir şeyler söylemenin zamanı geldi, geçiyor.

KOVID-19’a da bu gözle bakmakta yarar var. “Çin’de başlaması rastlantı mı, bu iş bir ekonomik savaş yöntemi olabilir mi” gibi soruları yine bir kenara koyalım. Dünya ekonomisinin yapısına baktığımızda, bu iddialar fazlasıyla temelsiz. Çin’i vuran bir virüsün ABD ve diğer uluslararası tekelleri etkilememesi olanaksız, nitekim öyle oldu. Eğer illa komplocu bir açıklama yapacaksak, ilaç endüstrisinin içinden bir operasyon yapıldığı tezine daha fazla prim vermek gerekir. Her hastalık, her salgın ya da her sağlık kaygısı onlar için büyük kâr demek.

Ancak dediğim gibi, bu tür iddialar etrafında bir tartışma çok da yararlı değil şu anda. Çünkü asıl sonuca bakmalıyız. Korkuyu nasıl kullandıklarına…

Sağlık hizmetlerinin parası olana yapıldığı bir dünyada elbette dahası beklenemezdi.

Parası olan marketleri adeta talan edip, gıda ürünlerini stokladı.

Sistemlere güven sıfır.

Ülkemizdeki durumu birlikte yaşadık.

Virüs söylentisinin ilk gününde maske ve kolonya bulunamaz oldu.

Fırsatçılar iki kuruşluk ürünleri akıl almayacak rakamlarla satışa çıkardılar.

Meydan kan emici asalak bir sürüye bırakıldı.

Önlemler duyuruldu ve önce tüm sanat alanları durduruldu, perdeler indi, ardından müzeler, kütüphaneler, eğlence yerleri kapandı, itiraz etmedik.

Ama halen cem evleri dışında camiler “münferiden” olsa da ibadete açık, niye?

Fabrikalar insanların toplu bulunduğu alanlardır, işçilerin canı can değil mi, ya AVM adlı virüs yuvalarına ne demeli?

Cezaevleri tarihimizin en büyük doluluk oranını yaşıyor, 300 bin insan var içeride ve istif halinde nöbetleşe yatabiliyorlar, var mı önlem?

Şeffaf yürütüyoruz denilen süreç detaylarına inildiğinde hiç de öyle değildir.

Sağlık Bakanının çıkıp açıklamalar yapması mı şeffaf, görevi o, tabii ki süreci izleyecek, açıklamaları yapacak.

Yoksa her şeye burnunu sokan Diyanet İşleri Başkanlığının umreden dönen yurttaşlar için yaptığı açıklamalar ve sonrasında yaşananlar mı şeffaf?

“21.000 hacı 15 Mart’ta geliyor” diye açıklama yaptı zat.

Meğer 15.000 insan bir gün önce gelmiş!

Nerede onlar, nasıl önlemler alındı bilen var mı?

15 Mart günü umreden dönenler, gecenin köründe yapılan anonslarla öğrencileri sokağa atarak, KYK yurtlarına yerleştirildiler.

Niye hastanelere değil diye kimse sormayacak mı?

“Bu ülke hastaneler cenneti, sağlıkta bir numarayız, dünyanın en büyük şehir hastanelerini yaptık” diye bağıran biz miyiz?

Diyelim hepsi ağzına kadar hasta dolu o zaman neredeyse tamamı boşalmış oteller ne güne duruyor?

Devletsen bu tür zamanlarda bu gibi yerlere el koyarsın ve halkının ücretsiz hizmetine verirsin.

Çok mu zor?

Anlıyoruz ki, bu tür salgınlar, doğal yıkımlar için insana yaraşan hiçbir önlem yok.

Tıpkı depremlerde olduğu gibi.

Halen Elazığ, Malatya ve Van’da İzmirde çadırlarda barınan insanlarımız var.

Ülkeyi yalnız Ankara-İstanbul-İzmir’den ibaret sayıp, bu üç kent için önlemler sıralanırken, 83 milyonluk ülkenin diğer illerinde, ilçelerinde, köylerinde neler oluyor bilen var mı?

Hayır, bilmiyoruz bu gidişle bilemeyeceğiz de.

“Burada virüs tespit edilen insanlar var” diye haber yapan Antalyalı iki gazetecinin tutuklanması gerçeklerin nasıl gizlendiğinin belirtisi değil mi?

Bahsi uzatmayalım.

Virüs canımızı yakıyor yakacak bu çok belli.

Ne kadarı gizlenir, ne kadarı açığa çıkar o bir bilmece.

Ancak zaman öyle bir zaman ki övündükleri ama her şeyi ile batmış ekonomi daha da batacak, işsizlik, yoksulluk daha da derinleşecek ve birlikte göreceğiz, batışın sebebini virüse yıkıp “yoksa her şey çok iyi gidiyordu” diyecekler ve faturayı emekçi halka kesecekler.

Bu arada insan haklarıymış, adaletmiş, özgürlüklermiş, hapisteki gazetecilermiş, çevre-doğa katliamları, tecavüzlermiş, yolsuzluklarmış, işsizlikmiş, İBB meclisinde yaşanan sanat ve hayat düşmanlığıymış kimsenin umurunda olmayacak.

Mesela Salda gölünü betona gömecekler, Ilısu barajı su tutmaya başladı durduran olamayacak, 12 bin yıllık Hasankeyf ve Dicle vadisi öldürülecek, okluk koyundaki yazlık saray için ağaç kesimleri ve Ahlat’ta sarayın yapımı sürecek ve bunlar hiç kimsenin umurunda olmayacak.

Elbette bütün bunlardan bir kurtuluş yolu var o da; din tüccarlığı, bilim-sanat düşmanlığı, savaş, doğa katliamı, talan ve yalandan beslenen, her şeyi paraya dönüştürmenin peşine düşmüş kapitalizm adlı ahlaksızlığa karşı, bütün bir insanlık olarak birleşmek.

Ellerimizi yıkayalım, tamam ama korku imparatorluğuna teslim olmayalım, şu kapitalizm denen, tüm kötülüklerin kaynağı olan bu düzenden bir an önce kurtulmak için örgütlenelim.

Unutmayalım, örgütlülük toplumların bağışıklık sistemidir.

Araştırmacı Halk Yazarı
RECEP FIRAT

etiketlerETİKETLER
okuyucu yorumlarıOKUYUCU YORUMLARI

Sıradaki içerik:

VİRÜS SAVAŞI

%d blogcu bunu beğendi: